HAKKIMIZDA

Kendimi bildim bileli insanlara nasıl faydalı olacağımı düşünmüşümdür. Doğaya, hayvanlara ve insanlara aşıktım. Tüm canlılar için koşulsuz bir sevgi besliyordum. Çocukluk yıllarımda ailecek çekildiğimiz piknik fotolarının hiçbirinde yoktum, çünkü dağlara çıkıp çiçek topluyordum. Hayvanları o kadar çok seviyordum ki, özellikle sokakta kalmış yavru kedi ve köpeklerin hâmisiydim, babam her seferinde onları evden atsa da ben gizli gizli hayvanları eve sokar besler yıkar kurutur severdim. Annem en son eve bir fil getireceğimden korkuyordu…

İlkokuldayken öğretmenimiz kooperatif kolunu bize vermişti, tüm okula simit ve gazoz satıyorduk. O sırada birinci sınıflardan bir çocuğun eli demir pencereye sıkışmıştı. Koşarak çocuğa yardım ettim, elini kremleyip sardım, birkaç gün boyunca da çocuğun parmağına tedavi uyguladım. Bu davranışım okul müdürünün dikkatini çekmiş olmalı ki Cuma günü törende beni “okulun en yardımsever öğrencisi” ilan ederek tüm okula alkışlatmıştı. Yedi kız kardeş olduğumuzdan, abim yokken rahmetlik babamın yanında durmak için dükkana gider gelirdim.

Babamın yakın arkadaşı Ali amca, borçlarının olduğunu anlatınca üzülmüştüm. Hemen kendime “peki ben ne yapabilirim?” sorusunu sormuş ve evde bulduğum bütün çengelli iğneleri toplayarak metrelerce biriktirmiş, konudan komşudan toplayarak uç uça takıp tren gibi yapmıştım. Hırdavatçı olan Ali Amcaya gidip bu iğneleri satarsa belki borcunu ödeyebilir diyerek utanarak vermiştim. Ali amcamın o anki şaşkınlığını ve sevgi dolu bakışını hiç unutamam.

Mahallemizde babaları çalışmayan ve sürekli çocuklarına zulmeden bi adam ve onun çileli eşi Şenel ablamız vardı. Bayramda bayram şekeri alacak paraları olmadığından, her bayram topladığım bütün bayram şekerlerini götürüp onlara verirdim. O çocukların mutluluğu bana bayram şekerinden daha büyük tat verirdi.

Orta okula geldiğimde Ali amcamın dükkanından iki büyük paket balon alıp okulda kendi çapımda gizli bir yardım projesi yapmaya karar vermiştim. 5 kişilik arkadaş grubumuzu ikişerli ayırıp “şimdi siz gidip bu balonlara su doldurun ve sınıflarda acayip eğlenerek oynayın. Soranları da bana gönderin” diyerek organize etmiştim. Kısa bir süre sonra tüm balonları satmıştım ama küçük bi problemimiz vardı, okulu su götürmüş, sular en alt kattaki müdürün odasına kadar yürümüştü…

Tabî ki müdür izleri takip ederek sınıfımıza gelip elindeki metreyle bize güzel bi ayar vermişti. Odasına gittiğimizde, okulda ticaretin yasak olduğunu söylemiş, “kızım senin buna ihtiyacın mı var?” diyerek baya bi nutuk çekmişti. Ben de kendine okulda ayakkabısı ve eşarbı yırtık olan öğrenciler olduğunu, onlara yardım edebilmek için böyle bir şey yaptığımızı anlatmıştım. Elimdeki listeye bakıp şaşırmış ve okuldaki tüm ihtiyaç sahibi öğrencilere kıyafet almamız için bize destek vermişti.

Üniversiteye geldiğimde ise artık lakabım olan “Hacerana” üzerime yapışmıştı. Çünkü ailemin bulunduğu şehirde okuduğum için gurbetçi olan arkadaşlara yardım etmek istiyordum. Her sabah elimde poşetler, içinde yiyecek ve kitaplarla Fakültenin bulunduğu tepeye tırmanır, kimin neye ihtiyacı varsa gidermeye çalışırdım. Öğretmen olduğumda ise tayinimin şehir merkezine çıkmaması için uğraşmış, bir ilçeye giderek öğrencilere faydalı olmayı hedeflemiştim. İmam Hatiplerin önünün kapalı olduğu yıllardı. Kimse bizim okula kayıt yaptırmıyordu. Özellikle kız çocukları okusun diye hafta sonları şalvarımı giyip köy köy dolaşarak velileri ikna etmeye çalışıyordum. Evimde kız öğrencilere bakıyor, topluma faydalı olabilmeleri için onların üniversiteye hazırlanmalarına yardım ediyordum.

Daha sonra evlenip Gaziantep’e yerleştim. Ancak borç harçla evlendiğimiz için istediğim gibi yardımlarda bulunamıyordum. Bundan dolayı insanlara balık vermek yerine balık tutmayı öğreteyim diye düşündüm ve en iyi bildiğim iş olan ticareti birlikte yapabileceğimiz bir ekip kurdum. 19 kişilik ekibimin içinde çocuklarının yemek-servis ücretini ödemek için bu işi yapan ev hanımı velilerimden üniversite öğrencilerine kadar her çeşit insan vardı.

İnsanların ihtiyaçları olan, kaliteli ve fiyatı uygun ürünleri bulup firmalarla konsinye usulü anlaşıyor, bone-eşarp-şal-takı-toka… Ne varsa bulup ekibimle birlikte pazarlıyorduk. Ekibimde bulunan kişilere ürünleri ücretsiz veriyor, sattıkça paralarını alıyor ve satamadıklarını da iade alıyordum. Bu şekilde yıllarca çalıştım, kendi çapımda insanlara ek gelir sağlayacakları iş sahası açmış, kendim de istediğim gibi yardımlarda bulunmaya başlamıştım.

Eşimin köyünde adım kurbancı geline çıktı, insanların protein ihtiyacını karşılayabilmesi için yılda evine bir-iki sefer et giren ailelere imkan buldukça kurban kesip dağıtıyordum. Şimdi de bunu Suriye’de yetim kampları için yapıyorum.


Bu süreçte her şey bu kadar göründüğü gibi iyi gitmiyordu elbette… İlk oğlumu dünyaya getirdiğimde ağır bir eklem romatizmasına yakalanmıştım. Duvarları tutarak yürüyor, bebeğimi kucağıma almakta zorlanıyordum. Modern Tıbbın ilaçlarının tedavi etmek yerine sonuçları baskıladığını anlayınca, bir Miraç gecesinde çok dua ettim. “Rabbim, ben şifamı yalnızca Senden diliyorum.” dedim. Ve hemen ardından kıymetli hocamız Aidin Salih ile tanıştım, çok şükür Rabbim de şifamı Tıbb-ı Nebevi yolundan ihsan eyledi…

Yıllarca sınıfta öğrencilerime, tenefüste öğretmen arkadaşlarıma, dışarıda eşe dosta Tıbb-ı Nebeviyi, paketli ürünlerin zararlarını, kimyasalların nasıl birer zehir olduğunu gönüllü bir şifa elçisi olarak anlattım da anlattım…
HACERANA KİMDİR?
Bu süreçte yaşamımın bir parçası olan yardımseverlik devam ediyordu. Annemin yaptığı kantaron yağlarını çevremde ihtiyacı olan herkese veriyor, bittikçe annemden alıyordum. Bir gün yine ailemin yanına gittiğimde kantaron yağım bitti deyince annem bana kızdı ve “Önüne gelene verip durma şu yağları, bitecek!” deyince, “Anne benden isteyene yok diyemem, beni biliyorsun..” diyerek buruk bir şekilde oradan ayrıldım ve Karadeniz turuna çıktık. Eşimin arkadaşları bizleri Çankırı’nın bir dağ köyünde, Mehmet Amcam ve eşinin misafirperverliği ile ağırladı.

Pikniğe başladığımızda, suyun taa karşı tarafında sarı bir çiçek görmüştüm, sanki bana göz kırpıyordu, acaba o kantaron olabilir miydi? Araştırmacı ruhum suyun karşısına geçmemi söylüyordu. Hayatımın her karesinde benim yegane destekçim olan eşimi ikna etmiştim. Suyun içine bisürü taş atarak yol yapmış ve hoplaya hoplaya suyun öbür tarafına beni geçirmişti. Evet valla gördüğüm o sarı çiçek tam da kantarondu! Yunus’un görüp de annen baban var mıdır diye sorduğu o sarıçiçek kantaron olabilir miydi? diye düşündüm, kendimi Yunus gibi hissettim. Bir sırrın peşindeydim. Kantaronları takip ettikçe yolun uzadığını ve miktarının arttığını fark ettim, takip ettim, ettim ve kafamı bi kaldırdım ki ne göreyim? Koskoca bir kantaron tarlasıyla karşı karşıyaydım! Hemen annemi aradım ve “Bak görüyor musun annem, ihtiyaç giderenin ihtiyacı giderilirmiş, senin esirgediğin kantaronu Rabbim bana yağdırdı!” Dedim. Peki o kadar kantaronu ne yapacaktım? Hepsini topladım, sadece çiçeklerini yağa bastım ve o sene kilolarla kantaron yağını isteyen herkese gönlümce dağıttım. Oh, sonunda gıdım gıdım kantaron bölmekten kurtulmuştum.

Daha sonra insanlar kantaron istemekten utanmaya başladılar, bunu bize sat, bu kalitede bulamıyoruz demeye başladılar. Kantaronu satmak hiç aklıma gelmemişti. Her şeyi satmıştım ama kantaronu yıllarca dağıttığım için onu satmak ayıbıma gidiyordu. Israrlara dayanamayarak kantaronu satmaya başladım. Daha sonra Aidin hocamızın tavsiyesi üzerine yaptığım Hacerana yağını geliştirip müthiş bir tedavi şekli alabilmesi için Antep bölgesinde 500 yıldır kullanılan fıstık şurubuyla kombine ettim. Şuan yüzlerce çocuk antibiyotik kullanmadan iyileşiyor hamdolsun, birçok hastalık tedavi oldu.

Kendimi bildim bileli ağaçlara sarılır onlardan enerji alırım. Bilinçaltı eğitiminde, kendimi bir kiraz ağacı olarak gördüm. Bilinçaltında kiraz ağacı mutlu yuva, anlayışlı bir eş, muti evlatlar ve hoşgörülü akrabalar anlamına geliyormuş. Hayalimde ise fıstık şurubunu hep Japonya’ya tanıtmak vardı. Neden Allah’ın Japonyası bilmiyorum, içimden öyle geliyordu. Sonra kiraz ağacının Japonlar için çok kutsal olduğunu öğrenince kareler yerine oturdu ve Hacerana logosu olan kiraz ağacı meydana çıktı.

Konuyu uzatmadan, gerçek Hacerana markası olmama vesile olan son hikayemi anlatayım. Annem Alzhimer olmuştu. Aile içinde yaşanan tatsız olaylar sonunda annemin yasal vesayetini üzerime almıştım, çok zor bir süreçten geçiyorduk. Hakkımda yapılan onca iftira ve haksızlığa rağmen annemin mücadelesini asla bırakmamıştım. Bu hayatta yeter ki iftiraya uğra, bu insanın elini bereketlendiren bir şeydi biliyordum, bana düşen sabırdı. Sabrımın neticesinde bir gece güzel bir rüya gördüm.

Rüyamda ablam ve annemle birlikte Mekke’deydik, annemin tuvaleti gelmiş, Allah’ım nası edeyim nerden tuvalet bulayım derken bakıyorum ok işaretleri beliriyor, ok işaretlerini takip etmeye başlıyorum, beyaz mermer merdivenlerden yukarı doğru çıkıyoruz, çıkıyoruz… Sol tarafta Aman Allahım o da ne? Bakınca kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oluyor, muhteşem bir su kaynağı taşmış bariyerleri aşmış ayağımızın altına kadar geliyordu… Ve bir ses bana; “Hz. Hacer’in Zemzemi bulduğu kaynağı buldun!” diyor. Ben de annemi sırtıma alıyorum, bu su ayaklarına değerse idrar yolu enfeksiyonu olur diyorum ve suyu geçip annemi tuvalete götürüyorum.

Bu rüyayı ehil bir arkadaşıma anlatınca, “Hocam Allahualem annenin zamanı çok az kalmış ama onun maneviyatıyla öyle bir nimete kavuşacaksın ki öyle çok bereketin olacak ki buna sen bile şaşıracaksın.” dedi. Gerçekten de üç hafta sonra annem vefat etti. İki ay sonra ben kendimi özel bir hastanede hacamat yaparken buldum. Daha sonra mizaçlar, Geleneksel Tıp ile ilgili ne kadar eğitim varsa almaya, kendimi geliştirmeye, insanlara bu ilmi anlatmaya çalıştım.

Her öğrendiğim bitkiyi kullanıp sonuçlarını deneyimlemeye gayret ettim ve diğer ticari işleri bırakıp tek bir noktada yani geleneksel Tıbbi tedaviler ve ürünler konusunda uzmanlaşmaya çalıştım. Rüyayla gelen bereket, beni Hacerana olmaya itmişti. Hacerana markası dört bölümde tasarlanmıştır:

1) Helal ve tayyip gıdalar,
2) Bitkisel şifalı ürünler,
3) Kirletmeden temizleyen, temizlik ürünleri,
4) Doğal maddelerden yapılmış (pamuk, keten, yün ve ipek) giyim ürünleri.
İşte benim hikayem böyle. Her ne kadar birileri sevse, birileri sevmese de, iyisiyle kötüsüyle ben buyum. Elimden geldiğince, kendimi bildim bileli insanlık için hizmet etmeye gayret ettim. Aldanmayan ve aldatmayan olmaya gayret ettim. Bunu da adaletli bir şekilde yapmaya çalıştım. Çünkü adaletim merhametimden kaynaklanıyordu.

Rabbim yolundan ayırmasın, bizleri hayırlarla bir ve beraber eylesin. Amin.

SIRACH NEDİR?


Sirach; Güneş gibi rahatsızlık vermeden sarıp kuşatarak aydınlatan ışık kaynağı demektir. Kuran'da geçen güzel bir isim. Yeni yüzümüz.

 

 

 

cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR
/* Whatsapp Right*/ /* Whatsapp Left*/
Çerez Kullanımı

Sizlere en iyi alışveriş deneyimini sunabilmek adına sitemizde çerezler(cookies) kullanmaktayız. Detaylı bilgi için Kvkk sözleşmesini inceleyebilirsiniz.